Sabahattin Ali – Kuyucaklı Yusuf
Sabahattin Ali’nin ismini ilk kez lise sonda bir arkadaşımdan duymuştum. Kendisi eşit ağırlıkta okuduğundan dolayı edebiyat derslerinde ekstra kitap okuma ödevleri veriliyordu ve bu kitaplardan biri de Kürk Mantolu Madonna‘ydı. O zamanlar kitabın adının çok absürd gelmesinden dolayı müthiş bi’ hadsizlik yaparak “bu nasıl kitap yeaa böyle kitap mı olur te’allaam” demiş, arkadaşımın “öyle deme, gerçekten çok güzel kitap” telkinleriyle beni ikna çalışmalarına rağmen kitap hakkındaki fikrim değişmemişti(cahillik, çok bilmişlik, küçümseme.. ne dense yeridir). Fikrimi değiştiren şey ise bir iki sene sonra kitabı çok satanlarda sürekli görmem ve çok olumlu eleştirileri okumam oldu. Sonrası zaten çorap söküğü gibi geldi. Ancak önce Kürk Mantolu Madonna, sonra da Kuyucaklı Yusuf’u okumamla önyargıyı parçalamanın atomu parçalamaktan zor olduğunu kendime bir kez daha kanıtladım.
Sabahattin Ali
Kitaba geçmeden önce Sabahattin Ali’den biraz bahsetmezsem bu yazı eksik kalır. Yazım hayatı boyunca Sabahattin Ali siyasetle bolca içli dışlı olmuş, gazete ve dergilerde siyasi içerikli yazılar kaleme almıştır. Sağ ve sol ideolojileri hayatının farklı dönemlerinde benimsemiş ve bu yüzden de zaman zaman iki kanattan gelen eleştiri oklarının hedefi olmuştur.
Türkiye’de her dönem olduğu gibi kendisinin yaşadığı dönemde de yazılarından ötürü yolu birkaç kez hapishaneye düşmüştür. Hapisten çıktıktan sonra ülkeden çıkış yolu arar fakat devlet Sabahattin Ali’ye pasaport vermez. Bu sıralarda da para kazanamadığı için bir tanıdığının vasıtasıyla nakliyeciliğe başlar ve kamyon satın alır. 1948 yılının bir mart sabahı “Edirne’ye peynir götürme” bahanesiyle evinden ayrılır. Ancak amacı kaçak yollarla Bulgaristan sınırını geçmektir ve kendisini ölüme götüren bu yoldan yakın çevresinin dahi haberi yoktur.
Bu kaçışı gerçekleştirmek için Ali Ertekin isimli şahısla anlaşır ve beraber yola koyulurlar. Kırklareli civarlarından Ali Ertekin, Sabahattin Ali kitap okuduğu sırada kafasına defalarca sopayla vurarak öldürür. Cansız bedenini ise bir çoban bulur ve jandarmaya haber verir. Sabahattin Ali o kadar feci şekilde can vermiştir ki, yapılan incelemeler sonucu kimliği teşhis edilememiştir. Katil, İstanbul’da yapılan insan kaçakçılığıyla ilgili bir operasyon sonucu şans eseri yakalanır ve suçunu itiraf eder. İfadesinde milli duygularının Sabahattin Ali tarafından tahrik edildiğini ileri sürer.
İdamla yargılanan katil, sadece 4 yıllık ceza alır. Ancak yine eşi benzerine sadece Türkiye ve Ortadoğu ülkelerinde rastlanacak olaylar sonucu birkaç ay içerde yattıktan sonra salıverilir. Bir insanın canının bedeli o zaman da bu kadardı, şimdi de bu kadar. Değişen hiçbir şey yok. Devlet aynı devlet, zihniyet aynı zihniyet.
Kısa ama derin ve çalkantılı bir hayata sahip olan Sabahattin Ali işte böyle katledilmiş ve muhteşem kaleminden bizleri mahrum bırakmıştır. Bir daha benzer gerekçelerle insanların öldürülmemesi dileğiyle…
Kuyucaklı Yusuf
Roman, 9 yaşındaki Yusuf’un ailesinin öldürülüp yetim ve öksüz bırakılmasıyla başlar. Olay yerine incelemeye gelen yufka yürekli Selahattin Bey, Yusuf’un haline üzülür ve onu yanına alarak kendi ailesinin bir parçası haline getirir. Kitabı basitçe özetlemek gerekirse; üvey anne Şahinde ve üvey kardeş Muazzez’le beraber, tanımadığı, çok yabancı olduğu bir aile ortamında yetişen Yusuf’un hüzünlü ve talihsiz hikayesi demek en doğrusu olur.
Kuyucaklı Yusuf’un yürek sızlatan hikayesi bir yana, Sabahattin Ali, Anadolu özelinde ülkenin sosyalojik durumuna, geleneklerine ve sistemin kendisine ağır eleştirilerde bulunuyor. Bu eleştirilerden en çok dikkatimi çeken ve not aldığım; yaşlı adamların gencecik kızlarla evlendirilmesi geleneğini sık sık ve sert bir şekilde yerden yere vurması oldu. Aydın bir insan olduğunu göz önünde bulundurmak gerekse de, zamanının çok ötesinde fikirlere sahip olduğunu ve bunları dile getirdiğini düşünüyorum. Avrupa’yı görmesinin düşünceleri üzerinde etkisi olmuş olabilir.
İşin adalet ve asayiş kısmına da değiniyor Sabahattin Ali. Tıpkı kendi katilinin devlet eliyle serbest bırakılması gibi çeşitli hukuksuzluklar Kuyucaklı Yusuf’ta da işleniyor. Kendisini katleden sistemi öyle iyi tanıyormuş ki farkında olmadan kendi sonunu hazırlayan adalet sisteminin nasıl çalıştığını kısaca özetlemiş bizlere.
Satır aralarında denk geldiğim varoluşsal sorunlar da Kuyucaklı Yusuf’ta ara ara kendisini gösteriyor. Sabahattin Ali bu derin mevzuyu biraz irdeliyor ve neden sorusunu Yusuf’un dilinden yüzeysel ama anlamlı bir şekilde okuyucusuna soruyor/sorduruyor.
Dipnot: İddia odur ki Kuyucaklı Yusuf romanı gerçek bir hayat hikayesinden uyarlamadır. Cezaevinde kaldığı dönemde tanıştığı Yusuf adında birinin hikayesi. Ne kadar doğru olduğu muamma, ama bu ufak bilgi kırıntısı yine de burada bulunsun.
Son Söz
Sabahattin Ali’yi Kürk Mantolu Madonna’yla sınırlandırmak kendisine yapılacak en büyük haksızlık olur. Ben yaptım, oradan biliyorum. Bunu bir kenara koyacak olursak Kuyucaklı Yusuf buram buram Anadolu kokuyor. Tatlısıyla, tuzlusuyla, çöplüğüyle.. Okuyun, okutun.
Bir romanı okurken yazarın anlatılan çağa ne kadar yakın olduğuna dikkat ederim.
Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf’ta neredeyse bire bir yaşadığı zaman ve mekanı seçmiş. Hayal etmeden yaşadıklarını yaşatmış romanında okuruna.
Osmanlı Devleti döneminde 30 yıllık kaymakamın dul ve yetimine beş kuruş maaş bağlanmaması dikkat çekici.
Ölen kaymakamın yerine gelen kaymakamın ahlaken ironik biri olması; hele inzibat zabitinin ölen kaymakamın evinde onun kızının iffetini istismar etmesi ne kadar utanç verici..
Sonuç çok dramatik.
Ben olsam gece evinde alem yapanları Yusuf’a kız(karısı) hariç kurşunlatır, karısını atının terkine alır; o gece o alevi köyüne götürürdüm.
Horlanan aleviler kendilerine sığınan bu çifti sır gibi bağırlarında saklarlardı her hâlde..
Ya da o gece ikisini de dondururdum sığındıkları karlı dağın yamacında. Üstlerini karla örter, onları bahara kadar huzur içinde karın altında saklardım.
Aslında Yusuf, bir Osmanlı Zabiti olarak Nazilli’ye tayin istemeli; ailesinin katillerinin izini sürmeli; onları bulmalı; atının arkasında elleri urganla bağlı olarak köye getirmeli; suç mahallinde köy meydanında ulu bir ağaçta asmalıydı.
Biz de serde efelik kanı var. Biz dişe diz göze göz alarak adilane sonuçlan hijayekeri dinlemekten hoşlanırız.
Velhasıl romanın finali beni tatmin etmedi. Hiç değilse, alem evinde Hilmi Ağa’nın, yeni kaymakamın, Şakir’in, karakol zabitinin, Şayende’nin öldüğünden emin olarak biraz rahatlamalıydık.
Dedim ya, serde efelik var. Hakkaniyete mütecanis ölümleri severiz.
Sabahattin Ali’nin ruhu yüce olsun!
Onu saygıyla selamlıyorum.
Asilhan Bilâl